Merhabalar, ben Atilla Gökova ve bu bize sunulan özgür platform Sailing Times’da ilk yazım. Öncelikle, aslında bir yazar olarak bu ilk deneyimim değil; öyle ki, yayınlanmış bir romanımın olmasının yanı sıra eğitim kitaplarımı da kendim yazdım bugüne dek. Bunu söylememin sebebi şu: Yazı, bir bilginin karşıya en doğru ve güzel yolla ulaşma biçimidir. Yazı kıymetlidir. Okumak, okunmak ve bu vakte değer olmak bir değerdir. Bu yüzden öncelikle bu yeni oluşumun büyümesini, ülke denizciliğine faydalı bir oluşum olarak kıymet görmesini diliyorum.
Yelken Yarışçılığının Ülke Denizciliğine Önemi
Pandemi döneminde, Barcelona’dan bir tekneyi Türkiye’ye getiriyordum kursiyerlerimle. Yolda dümen arızası yaşamış, 120 mil geri dönmüş ve dümenimizi tamir ettikten sonra yola tekrar koyulmuştuk. Islak ve yorgun bir şekilde Sardunya Adası’nın Cagliari şehrine ilerlerken, birden 30 deniz mili kala bir liman fark ettik. O kadar yorulmuştuk ki, sığınacak bir limandan başka bir derdimiz yoktu ve şehrin detayına bile bakmadan Teulada isimli küçük bir köyde bulunan basit bir marinaya kendimizi attık.
Her fırtınadan sonra olduğu gibi, tüm derdim sıcak bir çorba bulmaktı. Ancak gerçekten bu köy yerinde hiçbir şey yoktu. Butik bir pansiyonun açık olduğunu gördüm ve menüyü görünce hemen içeri daldım, ıslak yelken kıyafetlerimle. İçeri girdiğimde, aile işletmesi olan bu yerde tüm aile sobanın başına doluşmuş, şaraplarını ellerine almış, yüksek ses ve tezahüratla televizyon izliyordu. Beni ıslak gören yaşlı bir bey fırladı, hemen ceketimi aldı ve sandalyeyi gösterdi. Yanlarına oturdum; daha merhaba demeden önüme sıcacık bir sebze çorbası geldi. Denizci olduğumu anlamışlar ve beni sıcacık bir gülümsemeyle karşılamışlardı.
Neden biliyor musunuz? Çünkü o aile televizyonda futbol değil, America’s Cup elemelerinde İtalyan takımının yarışlarını izliyordu. Ben ise şaşkınlıkla bakakalmış ve onlara kendi yarış teknemin fotoğraflarını göstererek, yarı İngilizce yarı İtalyanca bir sohbete dalmıştım.
Tekneme dönerken içimde olan mutluluk ve hüzün harmanında, kendi ülkemde böyle bir görüntü ile ne zaman karşılaşacağım sorusunun cevabını düşündüm. Biraz buruldum açıkçası.
Spor branşları, bir ülkenin teknolojik gelişimi, çağdaşlığı ve medeniyet seviyesinin göstergesidir. Bu yüzden ben bir açık deniz yarışçısı olmadığım halde, Türkiye Turu Rekoru denememde rekorun önemini anlatmaya çok çabalamıştım. O anlatım değer buldu ve 13 gün 15 saat ile başlayan rekor denemeleri bugün kısa sürede 10 gün 20 saatlere kadar ilerledi. Daha iyileri de olacak elbet. Bu sebeplerle ben de sevgili Emre Tazegül’ün daveti ile ülkemizde yelken yarışlarını tarafsız ve dürüst bir şekilde kaleme almaya karar verdim. Şimdi konumuza gelelim.
Türkiye’de Yelken Filosunun Durumu
Türk yarış filosu, kim ne derse desin, son 5 yılda çok ivmelenerek gelişen, yenilenen ve uluslararası başarılar kazanmaya başlayan bir filo haline geldi. 2007-2010 yılları arasında parkurda yarışırken gördüğümüz hızlı tekneler, bugün artık neredeyse emekli durumunda. Peki, filoda neler mi var? Neler yok ki!
Bernard Arkas’ın camiaya verdiği yüksek destek ve Serhat Altay ile Tolga Yağlı’nın yıllarca süren istikrarlı çalışmaları sayesinde, filoda artık bir TP52 var. O teknenin ülkemize gelişinin hemen akabinde, Vedat Tezman’ın Oğuz Ayan dümenciliğindeki TP52’si parkurda sağlam bir rakip olarak yarışmaya başladı. Bu sayede, yıllardır parkurda rakipsiz olan Farr 55 Orient Express ise artık daha rekabetçi ve keyifli bir takip unsuru haline geldi.
Bu teknelerin varlığı çok önemli çünkü bu teknelerin üzerinde yetişen ve öğrenen gençler, yıllar sonra uluslararası önemli yarışlarda başarı getirecek.
Şu anda tüm filo, başlayacak trofelere hazırlanıyor. İstanbul filosu TAYK ve İYK trofelerine hazırlanırken, Güney filosu ise EAYK, BAYK ve MIYC trofelerine odaklanıyor. 2025 yılı ise çok farklı bir yıl olacak çünkü Ege filosu, çok idealist bir kararla yılların geleneği olan IRC sisteminden çıkarak ORC sistemine geçiş yaptı.
Peki, bu sistem farklılıkları yarışçılara ne getirecek?
Yarışçı Gözünden
Ben bu yıl Marmaris ve Bodrum trofelerinde Atiye teknemiz ile yarışacağım ve oldukça yoğun bir hazırlık dönemi yaşıyoruz. ORC sistemine geçiş, yarışanlar açısından benim adıma oldukça olumlu, ancak çok dikkat edilmesi gereken bir süreç.
IRC handicap sistemi, daha basit bir sistem üzerine kurulmuştu. Temelinde su hattı boylarından yola çıkarak deplasman, balast oranları ve yelken alanları gibi temel ilkelerle tekneleri kısmen eşitleyen bir sistem. Ancak bu sistemde adil olmayan bazı noktalar vardı. Örneğin, bazı marka tekneler lüzumundan fazla avantajlı olabiliyor, coğrafi rotalarda puanlama eşitlemesi yapılamıyordu.
ORC ise bambaşka bir sistem. Her teknenin niteliklerine göre kendi polar diyagramını kullanarak, ekibin önce kendisiyle yarışmasını sağlıyor. Teknenin tüm yelkenleri, karakteristik avantaj ve dezavantajları hesaplanarak oluşturulan, çok daha adil bir sistem. Ancak, yarışı organize edenler için biraz daha fazla uğraş gerektirmesi de bir detay.
Her şamandırada rüzgar ölçümleri yapılması ve zamanların alınması, yarışçılar adına harika olacak. Çünkü özellikle coğrafi parkurlarda IRC sisteminin eşitleme hatalarını telafi eden bir sistem ORC. Bu sistem değişikliğinden en çok geniş karınlı, yarı deplasman tekneleri mutlu olacak, orası kesin. Ancak kimse kusura bakmasın; kendi polar diyagramını tutmadan, bir yarışı tesadüfen kazanma dönemi artık sona eriyor.
IRC’de bulunan band aralıkları tartışmasına da bir çare getiren ORC sisteminde, genel (overall) kupalar çok daha adil şekilde yapılandırılacak. İnanın bana, 2025’te kürsüde görmeye alışık olduğumuz bazı tekneler artık çok zorlanmaya başlayacaklar. Çünkü artık sadece rakibinle değil, kendinle yarışmaya zorlayan bir sisteme geçiyoruz.
Bir diğer avantajı ise, ORC’nin daha ucuz olması ve tüm rakiplerin birbirlerinin spesifikasyonlarını görebilmesi. Bu anlamda, organizasyonların başına bela olan ölçü protestoları azalacak. Çünkü açık veri sayesinde hile yapma ihtimali oldukça azalıyor. Ayrıca, her yarışta sertifika değiştirebilmek ve o haftanın hava raporuna göre yelken seçmek, yarışı sadece denizde değil, karada stratejik kararlar almayı da gerektirerek yarış seviyesini yukarı çekecek.
Bu anlamda, ben bir yarışçı olarak ORC’ye geçişten memnun olan grup içerisindeyim. Ancak bu geçiş daha farklı bir şekilde yapılabilir miydi?
Kulüpler Birbirlerini Daha Çok Kollamalı
Yelken kulüpleri arasında rekabet olması güzel, ancak bu rekabet organizasyonları kötülemek ya da tarihleri çakıştırmak yerine, kaliteli yarışlar düzenlemek üzerine kurulmalı. Ege kulüplerinin bir araya gelerek ORC sistemine geçiş kararı aldıkları aşikâr.
Peki bu durumda, ülkemizin en köklü kulüplerinden ve önemli yarışlarından bazılarını organize eden TAYK, maddi ve manevi zarar almayacak mı? Kesinlikle alacak. Peki, bu büyük değişiklik, bu köklü kulübe daha az zarar verecek şekilde yapılamaz mıydı? Kesinlikle yapılabilirdi. Bu konuya zaman geçtikçe doğru bilgiye ulaşarak tekrar değineceğim.
ORC sisteminde bana göre bazı kulüplerin eski alışkanlıklarından vazgeçmesi gerekiyor. Peki nedir bunlar? Açıkça yazacağım:
Yarışan hiçbir yarışçı coğrafi rotadan keyif almıyor!
Apaz-apaz git-gel parkurlar, “Bir adayı dön, geri gel, ben günü kurtarayım” tarzı organizasyonlar, adaleti bozduğu gibi aldığımız keyfi de çok azaltıyor. Brifingler düzenlenerek, orsa-pupa yarışlarına ağırlık verileceği, fazla geri çağırma ya da hava durumu nedeniyle yarış iptallerinin yaşanabileceği bilgisi filo ile paylaşılmalı. Daha fazla orsa-pupa parkurlu kış trofelerine geri dönmemiz gerekiyor.
Çünkü parkurları basitleştirmek, gelişimin önünü kapadığı gibi yarışlara katılan yüksek kaliteli tekne ve ekiplerin sayısının azalmasına sebep oluyor. Hele ki ORC sisteminde bu alışkanlık terk edilmezse, filonun mutsuz olacağı açık. Destek gruplarının ORC filosundan tamamen ayrılması ve bir yıldan fazla kimsenin destekte yarışmaması gerektiğini de eklemem gerekiyor.
Son olarak
Bu yıl kış trofelerinin 1. Ayaklarından sonra görüşmek üzere!
Yüzünüzden yel, teninizden tuz eksik olmasın.